7 Nisan 2013 Pazar

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti...,2013

Sürekli erteleyip, "nasılsa burnumun dibinde, elbet giderim" diye hep sonraya bıraktığım Kuzey Kıbrıs seyahatini nihayet bu hafta sonu gerçekleştirebildim. Gezi dönüşünde de neden bu kadar erteledim diye kendime bayağı söylendim...
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dünyada yalnızca Türkiye tarafından tanınan hem politik, hem de insanlık adına yalnız bırakılmış üçyüzbin kişilik küçücük bir ülke... Birleşmiş Milletler ve Avrupa birliğine göre burası bir ülke değil, Türkiye'nin işgali altındaki Kuzey Kıbrıs'dır.
Türkiye haricide hiç bir uluslararası merkezden buraya uçuş yok. Türkiye'den ise birçok merkezden buraya uçuş gerçekleştirilmektedir (İstanbul -Adana - Antalya - İzmir -Ankara - Gaziantep) Ayrıca THY dışında diğer özel hava yolu şirketleri Pegasus, Atlas, Onur da buraya uçmaktadır. Kıbrıs  Havaalanı ismini Şehit Pilot Binbaşı Fehmi Ercan'dan almakta. İstanbul'dan tüm hava yollarının günde toplam 10 seferi var buraya.  Uçuş 1 saat 15 dakika sürmekte. Buraya gelirken Türk vatandaşı iseniz pasaport almanıza gerek yok yalnızca nüfus kağıdı ile seyahat edebilirsiniz. Ercan havalimanı adanın başkenti Lefkoşa merkeze 15 km uzaklıkta. Lefkoşa hem KKTC' nin hem de bizim Güney Kıbrıs veya Rum tarafı, dünyanın ise Kıbrıs diye tanımladığı ülkenin de başkenti.
Çok rahat bir uçuşla varıyoruz yavru vatana. Biz sekiz kişilik bir grubuz, önceden ayarladığımız aracımız ve şoförümüz Bünyamin bey  bizi karşılıyor. Otele gidip eşyaları bırakmadan doğruca Lefkoşa'yı gezmeye koyulacağız. Çok değişik vurgusu olan farklı bir Türkçe ile karşılaşıyoruz burada. Aslında söylenen her şey çok net anlaşılıyor ama yine de farklı bir lehçe... İlk durağımız Barbarlık müzesi.  Tabi ki sabah sabah içimiz acıyor. Müze haline getirilen evde  gerçekten de 1964 yılında bir trajedi yaşanmış ve Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru binbaşı Nihat İlhan'ın eşi üç çocuğu ve evde bulunan akrabaları vahşi şekilde öldürülmüşlerdir. Hepimiz küvette cansız yatan üç çocuğun fotoğrafını hala hatırlıyoruzdur.  Aslında müzecilik anlamında çok başarılı bir yer değil ama Kıbrıs'ta Makarios döneminde yaşananları anlamak açısından amacına ulaşmaktadır . Buraya yarım saat zaman ayırdıktan sonra Lefkoşa'nın iç kısmına tarihi şehre geliyoruz. Burası ikiye bölünmüş durumda . Aslında kuzey ve güney o kadar iç içe yaşamakta ki. Arada yalnızca yeşil hat denen bir sınır var. Eski şehre Girne kapısından giriliyor ve en önemli  Osmanlı eserlerinden biri olan Büyük Han'a geliyoruz. Buranın ilk Osmanlı valisi Muzaffer bey tarafından yapılığı söylenmekte. Çok geniş bir avlusu var, avlunun ortasında da mescit. İki katlı bir bina burası ve alt katta çay bahçesi, kafeterya ve küçük küçük sempatik dükkanlar var. Üst katta ise yalnızca el işi mamuller satan dükkanlar. Kafeteryada oturup çay içip buralara özgü olan Bici bici - ki bizde de Adana ve yöresinde yapılmaktadır, fırın sütlaç ve de ekmek kadayıfı yiyoruz. Kadayıf bizdeki gibi kaymakla değil Nor peyniri ile (Lor değil) yapılmakta , çok güzel bir tadı var.
Etrafta çok sayıda Kıbrıslı var, hepsi ile sohbet ediyoruz. Çoğu Türkiyenin yardım elini çektiğinden şikayetçi, kimileri buranın yalnızca bir kumar cenneti olarak bilinmesinden son derece rahatsız. Aslında kaldığımız üç gün boyunca oldukça fazla yol teptik ama bir kumarhaneden bile başımızı uzatmadık ve buna rağmen tek bir dakikamız bile boş değildi. Yani Kıbrıs yalnızca kumar için gidilen bir yer olarak görülmemeli. Büyük handan çıkıp yürüyerek Saint Sofia Katedrali yani bugünkü Selimiye camiine geliyoruz. Aslında tipik Osmanlı dönemi camii, kilise olarak inşa edilmiş, sonra eklektik şekilde bir minare ilave edilmiş ve camiye çevrilmiş. Ben buraya cami olarak bakamadım çünkü Orta  Avrupa'da inşa edilmiş ciddi bir katedral biçiminde. Buranın yapımı 1200 lerde başlamış ve 1326 yılında katedral olarak kutsanarak açılmış. Tam anlamıyla gotik bir Bizans eseri. Tam öğle namazına (cuma günü) denk geldiğimiz için kalabalıkça bir cemaat vardı, bir de cenaze vardı, ölen kardeşleri için helva dağıtan üç kardeş... Selimiye camiinin etrafı da çok hareketli bir çarşı. Her türlü malı satan dükkan var sokaklarda. Yine caminin sağ tarafında büyükçe bir pazar. Belediye pazarı adında. Burası ilginç bir yer hem meyve sebze satılıyor, hem kıyafet, hem mobilya, hem de aksesuar . Çok büyük değil ama içeri girip bakınmakta fayda var.   

Artık acıktık bize önerilenlerin haricinde çok otantik bir restorana yer ayırtmıştık tam caminin arkasında Müze Dostları derneği Lokantası. Sahibi Leyla hanım Kıbrıs Lefkoşalı, 11 yıldır burayı işletiyormuş. Lokantanın adını değiştirmeyi düşünmüş ama herkes o şekilde tanıdığı için bırakmış. Müthiş bir yemek yedik. Buraya özgü tatlar tattık. Her öğünde hellim peyniri yedik. Burada da kızartılmış hellim ve salata geldi öncelikle. Ayrıca turşu. Çok miktarda kereviz sapı kullanmaktalar. Çakıstes dedikleri yeşil zeytin  çok tuzlu.  Köfte, tahin, kolokas (bir nevi ince uzun patatese benzeyen bir bitki) adada yetişen ıspanak vari bir otla pişirilen kuzu etinden yapılan  molohiya - kimi çok beğendi kimi hiç sevmedi - nor böreği ve ballı katmer. Şarap ve bira içtik çok keyifli bir yemekti. Restoranın içinde bulunduğu bina da 14. yüzyılda yapılmış taş bir binaydı. Buradan çıkıp uzaktan sınırdaki meşhur, barış görüşmelerinin yapıldığı Ledra Palas a bakıp ( oraya geçmemize izin yok) St. Hillarion kalesine doğru yola çıktık. 

Çok kısa bir bilgi Türk vatandaşları hiçbir şekilde Kuzey Kıbrıs'tan Güney Kıbırıs'a geçememekteler. Yeşil pasaportun da olsa, süresiz Schengen vizen de olsa olanaksız. Ama Güney Kıbrıs'tan herkes geçerli bir pasaportla Kuzey Kıbrıs'a geçebilmektedir. Kuzey Kıbrıs doğumlu olanlar Güney Kıbrıs'a geçebilmekteler. St Hilarion kalesi Girne yolu üzerinde ama hava çok kötüleşmeye başlıyor. Yine de kalenin bir bölümüne kadar tırmanıp Girne'yi seyrediyoruz. St Hilarion kalesi 10. yüzyılda inşa edilmiş ve Beşparmak dağlarında var olan üç kaleden biri... Deniz seviyesinden yüksekliği 700 metre. 

Yola devam  edip Girne'ye oradan da 5 dakika mesafede olan Bellapais'e geliyoruz. Otelimiz burada, Bellapais Gardens.  16 villadan oluşan bir butik otel çok sempatik temiz bir yer. Hiç magazinlerde ve tv lerde gördüğümüz ışıltılı Kıbrıs kumar otellerine benzeniyor. Bellapais Garden'ın bir özelliği de restoranının adanın en ünlülerinden biri olması. Otelin bahçesinde de  adada her yerde çok fazla gördüğümüz portakal, limon ve mandalina ağaçlarından var. Odalara yerleşip yarım saat sonra hava kararmaya başlarken Girne'ye şehre iniyoruz. Amacımız Girne'yi gece görmek. Hoş ertesi gün, gündüz vakti de göreceğiz.   Girne sıradan bir tatil kasabası görünümünde . Genişçe bir alışveriş caddesi var. Her tarafta bilinen Türk mağazaları, bir de gerçek Burberry's satan Nalken dükkanları. Burası, yani Kuzey Kıbrıs dünya üzerinde hiç kimse tarafından tanınmadığı halde ünlü ingiliz markası Burberrys mallarının bir kısmını burada üretmekte ve bunların fazlarını da burada satmakta. Şöyle bir örnek vereyim İstanbul Burberry's deki bir erkek paltosu 3000 TL ler seviyesindeyse, burada rahatlıkla 750 TL ye alabilmektesiniz. Aslında burada her şey ucuz. Alkol, giyim, yemek-içmek her şey Türkiye fiyatının üçte biri veya yarı fiyatı. Çarşı pazar gezip - fazla gezemedik çünkü 18.30 da kapatıyorlar - bir barda biraz içtikten sonra yer ayırttığımız Park Marine' e gidiyoruz . Gayet keyifli bir balık restoranı. Bu restoran aynı zamanda Kuzey Kıbrıs'ın en büyük balık restoranı. Yemekler çok güzel, Lagos ve deniz Levreği -  balıkları - ayrıca ahtapot ve kalamarı da gayet iyi yapıyorlar. Ayrıca canlı müzik de vardı, sesi Kayahan'a bire bir benzeyen sempatik Erdinç diye bir şarkıcı gitarı ile müzik yapıyordu. Meğerse Kayahan'ın yeğeniymiş. Çok yorulduğumuz için kalkıyor ve otele gidip yatıyoruz.  Aslında bize buralarda önerilen başka restoranlar vardı ama hepsi İstanbul'da da olan (Dragon ) veya Fransız mutfağı tarzında yemek veren yerlerdi, o yüzden Park Marine doğru seçimdi.
Ertesi sabah hellim ızgara ve diğer kahvaltılıklar ile karnımızı doyurduktan sonra atıyoruz kendimizi sokaklara. İlk durak  Karaoğlanoğlu Şehitliği... Burası 1974 Kıbrıs Barış Harekatında şehit düşen askerler için yapılmış. İki sütün var girişte, iki heykel grubu, bunlardan biri Türkiye'yi diğeri Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni simgelemekteymiş. Şehitlikte iki asker var, gelenlere burası ile ilgili açıklamalarda bulunuyorlar. Çok içten yüksek ve etkileyici bir ses tonuyla konuşuyorlardı. Buranın solunda yine bombalanan bir ev müze haline getirilmiş. Müzeye doğru giderken Açık hava araç müzesinden geçiyoruz. Rum'lardan kalan ve Türkler tarafından ele geçirilen tanklar toplar ve personel taşıma araçları sergilenmekte. Şehitlik ve müzede ayıracağınız zaman yaklaşık yarım saat, en çok 45 dakika. 
Mavi Köşk'e doğru yola çıkıyoruz. Çok korunaklı ve Beşparmak dağları arasına gizlenmiş, vakti zamanının en önemli ve lüks yapılarından biri. Burası Türk Barış gücü askerlerine bağlı bir kışla içerisinde. Mavi Köşk'e girmek için önce bir kontrol noktasında durdurulmaktasınız. Son ana kadar bir şey görülmemekte. Sonra mavi panjurları olan iki katlı büyükçe bir villa çıkıyor karşınıza . Buranın önemi Makarios'un avukatı da olan Ortdoğu'nun en büyük ve ünlü silah kaçakçısı Pavlides'in hem evi, hem de gizli toplantılarının (hem iş, hem aşk) mekanı olması. O dönem için çok lüks sayılan ama şimdi gördüğünüzde içindeki eşyalar ile bu çağ için çok fazla bir anlam ifade etmemekte. Köşkün içini yalnız olarak dolaşmanız yasak. Bir rehber (asker) sizi büyük gruplar halinde her tarafı anlatarak gezdiriyor. Bana en ilginç gelen içinde Sofia Loren'in de yıkandığı, salonun ortasındaki süt havuzu ve alt katta eğlence mekanı olarak inşa edilen restoranın dışındaki şarap çeşmesi... 1974 yılında barış harekatında köşkün sahibi kaçakçı, baskından kaçıyor ve akıbeti bilinmiyor. Buraya giriş 3 TL yaklaşık 1 saat sürüyor. Buralara gelmişken  görmenizi öneriyorum.
Artık yavaş yavaş acıkıyoruz. Yemek için yer seçimimiz buranın üçüncü (Türkler ve Rumlardan sonra) etnik grubu olan Maronitlerin bölgesinde, Koruçam köyü. Maronitler Lübnan dan gelip buraya yerleşen Arap kökenli Hristiyanlar. Rumca ve Türkçe konuşuyorlar. Koruçam köyünün tam ortasındaki kilise buraların en görkemli binalarından biri. Öğlen yemeğini buradaki salaş Yorgo Restorant'da yiyeceğiz. Buralara gelmişseniz kesinlikle uğramanız gereken bir yer . Sahipleri Yorgo ve kızı Maria kendileri işletiyorlar, Maria hanım bizzat kasaplık yapıyor. Yediğimiz  yemekler müthişti. Etraf gerçekten salaş, plastik sandalyeler, sıradan tabak  çatal bıçak takımları. Ev yapımı şarap plastik şişede sunuluyor ama buraya özgü fırın kebap veya diğer ismiyle küp kebap parmaklarınızı de yedirtiyor. Mezeler de süperdi. Turşu (özellikle kereviz sapı ve pancar turşusu) çakıstes (yeşil zeytin) tahin, ki yoğurt ve nor peyniri ile karıştırtılmış, cacık - rum usulü koyu süzme yoğurttan yapılmış, helim ızgara, salata bile farklı güzeldi. Şarap ev yapımı ve kesinlikle çok güzeldi. Şarap istemeyenler için rakı da vardı tabi ki... Tıka basa yedik hesap adam başı 60 TL geldi.

Buradan çıkıp biraz etrafta dolandıktan sonra tekrar Girne'ye dönüp önceki akşam gezindiğimiz limana geliyoruz.  Biraz dolandıktan sonra da Girne kalesini geziyoruz.Bu kale tüm Kıbrıs'taki en önemli yapılardan biri. İlk yapım evresi 7. yüzyıla uzanıyor. Kale Osmanlılara savaşılmaksızın teslim edildiği için hemen hemen hasırsız vaziyette. Kaleyi gezmek için 1 saatlik bir zaman ayırmanız gerekmekte. Ayrıca tepeden çok iyi liman ve şehir manzaraları yakalanabilmekte. Kaleden indikten sonra limanda bir cafede oturup soluklanıp tekrar sokaklara dağılıp biraz alışveriş yapıyoruz. Cumartesi olması nedeniyle her taraf oldukça kalabalıktı. Hava kararmaya başladığında kaldığımız otele giderken otele 5 dakikalık yürüme mesafesinde bulunan Bellapais Manastırı'nın akşam halini görmek için buraya geliyoruz. Manastırın hemen dibindeki Kybele Restoran Cafe de harika Gregoryan tarzda müzik çalmakta ve biz müthiş güzel aydınlatılmış manastırın dibinde soğuk havaya rağmen şaraplarımızı yudumlayıp otele öyle dönüyoruz. Öğlen o kadar çok yemişiz ki yemeğe gidiş saatimizi geciktirip saat 21.30 da yemeğe  oturduk.Otelin restoranı buranın, bu civarın en iyi yemek yerlerinden biri. Gerçekten de süper iyi bir Fransız restoranı. Şarapları çok güzel ve çeşitli, benim yediğim yemekler enginarlı salata ve ördek çok başarılıydı.
Sabah erken kahvaltıdan sonra tekrar gece halini gördüğümüz Bellapais manastırını geziyoruz. Hava müthiş güneşli ve sıcak. Manastırın yapım tarihi 1190 lara dayanmakta. Barış manastırı olarak da tercüme edilebilir. Çok iyi korunmuş ve bakımlı bir yer. Yine beni çok etkileyen yanı her tarafta limon, portakal, turunç ve mandalina ağaçlarının olması...Otelden eşyalarımızı alıp öyle ayrıldık, çünkü günün sonunda doğrudan  havaalanı na gideceğiz. İlk durağımız Gazi Magosa . Burayı gezmeye başlamadan önce ihtilaflı olan Maraş bölgesini de sınırından gördük. Maraş Türk'lerin elinde olmasına rağmen  1974 den beri halka kapalı. İçeride yalnızca Türk askeri personeli ve Uno mensupları dolaşabilmekte. İnsan üzülüyor. Bombalanmış binalar biraz da tabiatın etkisiyle feci vaziyetteler. Her tarafta fotoğraf ve video çekilmez uyarıları var. Çaktırmadan çekiyorum bir iki kare... Buraya yarım saat vakit ayırdıktan sonra Magosa merkeze geliyoruz. Çok sempatik bir yer.  Doğu Akdeniz Üniversitesi burada olduğu için çok sayıda öğrenci var. Nüfus çok genç . İlgimi çeken şehirde çok sayıda yabancı olmasıydı. Çekik gözlü, melez, zenci genç üniversite öğrencileri... Merkeze aracı park edip etrafı geziyoruz. Meydan da çok güzel bir katedral var ama tabi burası da camiye çevrilmiş. Lala Mustafa Paşa camii. Lüzinyanlar döneminde 1290 lı yıllarda  yapılmış olan katedralin girişinde bulunan tropikal incir ağacı adanın en eski canlılarından biri olup 700 yıllıktır. Caminin yanındaki Namık Kemal büstü buraya da adını vermekte . Namık Kemal meydanındayız. Buranın batısındaki Venedik sarayının kalıntılarının yanında Namık Kemal'in sürgüne gönderilip atıldığı zindan bulunmakta. Ben aceleci davranıp başka yerlere koştururken bir grup arkadaş müzeyi açtırıp Namık Kemal'in yattığı hücreyi de görmüşler.
Yine bu meydanın solunda St George kilisesi ve St Francis  kiliselerinin kalıntıları bulunmakta. Gotik eserler... Buradaki turumuzu sonlandırıp alışveriş caddesinin sonundaki bir cafe de oturup soluklanıp aracımıza atlayıp St Barnabas Manastırına - ikon ve arkeoloji müzesine- gidiyoruz.  Çok eski bir yapı Barnabas manastırı 477 yılında yapılmış ve gayet sağlam bir şekilde bugüne kadar gelmiş. İçindeki ikonların büyük kısmı 18. yy dan kalma.  Müze ise bölgenin en geniş müzesi Kıbrısın Neolitik döneminden Roma dönemine kadar çok sayıda eseri bünyesinde barındırmaktadır. Yalnız müzecilik ve teşhir açısından çok iptidai...
Manastırdan çıkınca yol üstünde gördüğümüz kral mezarlarından birine giriyoruz. Ben bizim buradaki Gordion'da Midas'ın olduğu sanılan kral mezarları gibi bir şey beklerken ,yalnızca yukarıdan bakılmak üzere planlanmış bir kral mezarı çıkıyor karşıma. Öyle çok fazla görülecek veya anlam yüklenecek bir şey değil. Yolun hemen 1 km ötesinde ise Kıbrıs'ın en eski antik kentinin kalıntılarına ulaşıyoruz. MÖ 11 yüzyılda kurulduğu sanılan Salamis antik kenti oldukça geniş bir alana yayılmış vaziyette. Burada görülen kalıntıların tamamı Roma dönemine ait. Çok sayıda yabancı turist le karşılaşıyoruz buralarda. Hakkı ile gezmek isterseniz 1,5 - 2 saat ayırmanız gerekli. Tiyatro, forum ve gymnasium , hamam gibi bölümleri gayet iyi vaziyette kalmış durumda . Acıktığımız için biz hızlı şekilde 1 saatte gezip bitiriyoruz. Bu ören yerlerine girerken küçük meblağlarda para alınmakta. Örneğin Salamis harabelerinde 3,5 TL Barnabes manastırında kişi başı 2 TL almaktadırlar... (yabancıysanız yani Türk değilseniz çarpı 3 )
Kıbrıs'ta yemek yiyeceğimiz son mekana, Kemal'in Yeri'ne balık yemeğe geliyoruz. Burası İskele boğazında çok şeker ve çok ünlü bir restoran. Yer bulabilmek için önceden yer ayırtmanız gerekmekte. Çok keyifli meze ve balık yiyoruz. Özellikle Akdeniz balıklarından lagos, akya ve deniz levreği istiyoruz. Kemal bey'in  mezeleri de süper. Hava desen şaheser. Hepimiz dışarıda oturmaktan ve 2013 yılının ilk güneş ışınları ile yanmaktan çok mutluyuz. İki saatlik süren ve çok keyifli geçen yemekten sonra havalimanına gitmeden önce yeni turizm bölgesi ilan edilen Bafra'daki otelleri görmeye gidiyoruz.  Meşhur Nuhun Gemisi, Artemis gibi dev asa ama bence çevre görüntüsünü katleden oteller burada, bunlara dışarıdan bakıp uçağı kaçırmamak için yavaş yavaş Ercan havalimanın  yolunu tutuyoruz....

Adresler & Telefonlar
Müze Dostları Derneği Restoranı  228 93 45  Selimiye Camii Avlusu / Lefkoşa
Park Marina Restoran 533 862 08 38 Mersin Cad. No11 Yeni Liman Yolu/Girne
Yorgo Kasap Restaurant  724 20 60 - 724 20 28 / Koruçam köyü
Kybele Bar & Restaurant 815 75 31 Bellapais / Girne
Bellapais Gardens Restaurant 815 60 66 / Bellapais / Girne
Kemal'in Yeri   371 33 70 / Boğaz - Yeni İskele 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder