30 Mart 2013 Cumartesi

Endonezya / Jakarta & Sulawesi , 2010

Türk Hava Yolları’nın, Endonezya’nın başkenti Jakarta’ya (Türkçesi Cakarta) sefer koyması ile bu felaketler ülkesine ulaşmak oldukça kolaylaştı. Tam bir yıl öncesinden tüm rezervasyonlarımızı yapmamıza rağmen Endonezya’da görmeyi çok istediğimiz Borobodur tapınağını ve Yogyocarta şehrini maalesef Merapi yanardağının püskürmesinden dolayı göremedik. Yine seyahat planımızı değiştirip Sumatra’ya giderken burada oluşan deprem ve tsunamiden dolayı buraya da gidemedik, kaldı en son ama en sağlam seçenek  Sulawesi adası…

Endonezya yaklaşık 17.500 adadan meydana gelen 240 milyonu aşkın nüfusu ile dünyanın en kalabalık dördüncü ülkesidir. Yine dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesidir. (Halkın % 90 ı Müslüman)  Bu kadar çok adaya sahip olmasına rağmen en kalabalık ve gelişmiş olan adaları Java, Sumatra, Kalimantan, Papua ve Sulawesi'dir. Bu seyahatte doğal afetler yüzünden yalnızca başkent Jakarta ve Sulawesi adasını gördüm, dolayısıyla sizlere yalnızca buraları aktaracağım.  Jakarta 8,5 milyonluk nüfusu ile oldukça modern bir şehir. Varoş mahalleler tabi ki var, ama başka büyük şehirlerdeki kadar gözü tırmalamıyor. Çok sayıda ünlü markaları barındıran alışveriş merkezinin yanı sıra outlet pazarları ve yerel çarşılar da çok sayıda görülebilmekte...  Ekvator kuşağına yakın olması nedeniyle çok boğucu bir havası var. Rutubet çok fazla, ısı da bizim gittiğimiz dönemde (Kasım) otuz derece civarındaydı. Gece gündüz arasındaki ısı farkı çok değil. Jakarta’nın eski adı Batavia, hala da bu adla anılan bir meydanı var.

Buraya gidip Batavia cafe de bir içki veya kahve içmenizi ve hatta gece giderseniz canlı jazz dinlemenizi özellikle tavsiye etmekteyim.   
Jakarta’nın en görülesi yerleri İstiklal Cami – Mimari eser olarak çok önemli olmasa bile yüz bin kişinin aynı anda namaz kılabilmesi açısından önemli, National Monument Monas (Ulusal anıt)ve bu anıtın içinde bulunduğu park, Çin mahallesi ve etrafındaki varoşlar ilginç. Jakarta trafiği feci kötü olan büyükşehirlerin başında gelmekte. En azından İstanbul trafiği buradan çok daha iyi…

Türk Hava Yolları ile 12 saatlik bir uçuşla Jakarta Soekharno –Hatta havalimanına iniyoruz. Akşam geç saatte vardığımız için Jakarta’da doğruca yemeğe gidiyoruz. Oasis Restoran'da bizi neredeyse davul zurna ile karşılıyorlar. Çok sempatik anormal otantik Endonezya yemekleri olan kalabalık gürültülü bir yer. Tüm yemekler aynı anda – meze şeklinde – kızlar tarafından servis ediliyor.Tıka basa doyduk. İçecek olarak çok kısıtlı bir şarap menüleri var bunu daha sonra tüm ülkede görüp yaşayacaktık, Müslüman ülke olduğu için şarap sadece ithal edilmekte ve fiyatlar da aşırı pahallıydı. Ertesi gün biraz zamanımız var erkenden büyük elektronik – elektrik toptancıların olduğu Mannga Dua plazaya gidiyoruz. Feci büyük ama biz ancak çok az kalabiliyoruz çünkü dükkanlar saat 11.00 de açılıyormuş. Üzüldük, ama en azından bir fikrimiz oldu… Öğlen bir şeyler atıştırdıktan sonra hava alanına doğru yola çıkıyoruz. Endonezya’nın hava ulaşım sistemi bence çok iyi . Hava meydanları çok medeni, çok fazla rötar ile karşılaşılmamakta, uçak filosu gayet düzgün. Çok sayıda özel ulusal hava yolu var. Biz iç hatlarda Garuda İndonesia ve Lion Air ile uçtuk. Hiç sorun olmadı. Başkent Jakarta Java adasında bulunmakta, hedefimize varmak için önce Kuzey Sulawesi ye uçmamız gerekmekte. Yaklaşık dört saatlik uçuşla Sulawesi Manado havalimanına indik. Manado'da üç gün kalacağız ve civardaki yerleri gezip su altı fotoğrafçılarının gözdesi olan Bunaken adasında dalacağız. Öncelikle hemen belirtmek istiyorum Manado'da bizim kaldığımız
Kima Bajo bölgesi posterlerde görülen manzaralara benzemekte.   


 
  
Uçsuz bucaksız beyaz kum sahiller, denizden çıkan palmiyeler, denizin ortasından fırlamış bulunan sönmüş volkanlar… Sanki masalsı bir ortamda gibisiniz… Kaldığımız tesis gerçek anlamda güzel, tamamen ahşaptan yapılmış bungalowlar, küçük bahçesi, terası, bahçedeki açık hava duşu ile kurbağa sesleri, çılgın bitkiler ile kendinizi doğanın tam ortasında buluyorsunuz. Manado da aslında tarih olarak görülecek çok da fazla şey yok. Karşılıklı iki Hindu tapınağı, ikinci dünya savaşı anısına dikilen bir kule ve en önemlisi Asya kıtasındaki en büyük, dünyada ise Brezilya'daki Corcovado heykelinden sonraki ikinci büyük İsa heykeli “Yesus Memberkati” burada… Gerçekten de ihtişamlı bir şekilde yükseliyor. Bunaken adası buraya tekne ile yarım saat mesafede.



Su altına meraklı olan herkes için görülesi bir yer. Buradakinden başka bu kadar çok ve çeşitli renkli balık, bitki, taş ve korali içinde barındıran belki de tek yer Avustralya’daki Grand Coral Reef dir.    İsteğinize göre kiraladığınız tekne ile anlaştığınız kadar zaman geçirebilirsiniz bu sularda. Bize iki buçuk saat yeterli geldi. 


Mutfak olarak balık ve deniz mahsulleri ağılıklı bir mutfağa sahipler. Fakat bu kadar gezmeme rağmen dünyada içkiye en fazla burada para verdik. Sıradan bir şişe şarap yaklaşık yüz ABD doları fiyatında. Müslüman bir ülke olmanın etkisi vardır muhakkak ki... ama yine buralarda lokal içkiler de içilmekteymiş. Manado’daki rehberimiz bizi vahşi ormanlarda gezdirirken, buraların yerli içkisi olan ve halkın kaçak olarak ürettiği Chaptikus (% 70 alkol derecesi) un, nasıl  yapıldığını görmemiz için bir yere götürdü. Gerçekten balta girmemiş ormanlarda on dakika gittikten sonra gizlenmiş ve bir çeşit meyve ve onun yapraklarının damıtılması ile oluşan acayip düzenekli ilkel bir yöntem ile karşılaştık…

    Civarın en önemli yerlerinden Tangkoko Milli Parkı ve dünyada yalnızca bu coğrafya da
bulunan en küçük maymun cinsi Tarsius ve siyah kuyruklu Makak maymunlarını bulmaya çalışıyoruz.Tarsiusları güç bela olsa da buluyoruz. Ama bizler yaklaşık iki saat boyunca feci bir sağanak yağmur altında sırılsıklam çamaşırımıza kadar ıslanıp bu sıkı ormanların içine girip garip ve çirkin hayvanı ararken, bizimle gelmeyen arkadaşlarımız kahve içip oturdukları cafenin hemen dibindeki ağaçlarda Tarsius'lar ile tanışıyorlar. Manado da deniz ve güneşin tadını çıkartıyoruz. Üç gün burada geçirdikten sonra yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuşla Sulawesi adasının başkenti Makasar’a geliyoruz. Müslüman nüfusun yoğun şekilde  yaşadığı bölge …
Sulawesi adasının nüfusu on sekiz milyon. Adanın başka bir özelliği de burada kırkı aşkın lisan konuşulması. Adanın doğal güzelliği ve mercan kayalarından başka önemi ise burada yaşayan etnik Toraja’lar. Toraja buradaki diğer etnik grup olan Bugi'lerin lisanında basit bozulmamış saf dağlı anlamına gelmektedir. Makasar’dan otobüs ile sekiz saat gidip önce Bugi'lerin topraklarından geçip dağlara çıkıp Toraja'ların topraklarına, Tana Toraja’ya ve bu bölgenin baş şehri sayılan Rantepao ya geliyoruz.

Ancak buraya varmadan Erotic Mountain (erotik dağ) diye bir yerde durup soğuk bir bira içiyoruz. Manzaraya karşı tek sıra halinde bir bar masası yapmışlar ki herkes erotik dağı görsün diye. Erotik bir şeye benzetmeye çok uğraştım ama beceremedim. Rehberimiz bunun – dağ kıvrımlarının- bir kadın cinsel organına benzediğini söyledi.  Bence en son benzetilecek şeydi ama neyse… Biraz meyve – özellikle muz ve snakefruit - ki ileride anlatacağım – aldıktan sonra buraya veda ediyoruz.
Bölgedeki en büyük mimari özellik, evlerin biçiminde görülmektedir. Torajalar’ın evlerine “tongkonan” denmektedir.  Kaldığımız otel de bölgenin en iyilerinden biri ve buraya özgü evler formunda. “Toraja Heritage Hotel”. Otel hem tarihi doku ile uyum sağlaması açısından hem de servis kalitesi açısından beklentilerimizin kat be kat ötesinde… Evler tekne biçiminde, masif ve üç katlı ahşap. Çatı yapısı gerçekten ilginç… Kimileri bunu tekneye benzetirken bazıları da bufalo boynuzlarına benzetmektedirler. Evlerin önünde
gerçek bufalo boynuzları da bulunmakta. Bu boynuzların sayısı ne kadar çoğalıp kule gibi yukarı doğru uzanırsa, ev sahibinin zenginliği anlaşılmaktaymış. Çünkü Bufalo buralarda çok pahallı ve bir statü sembolü… Her şey bu hayvanlara göre ölçülmekte. En üst çatı katı pirinç depolamak için kullanılmakta. Orta kat ailelerin yaşaması için... Aslında kalabalık aileler olarak yaşadıkları için evler küçük sayılır. Ebeveynler çocuklardan ayrı yatmakta, en azından bir perde ile ayırmaktalar kendi bölümlerini. En alt kısım ise açık havada ev halkının oturup sosyalleşmesi için düşünülmüş. Burada daha yaşlı olanların yerleri belliymiş, o yüzden buralara oturmadan saygı çerçevesi içinde sormak gerekirmiş. Hayvanlar bu açık veranda gibi kısmın altında kalmaktadırlar. Tüm bu evler kuzeye bakıyorlar. Bunu iki nedene bağlamaktadırlar. Birincisi Torajalar’ın kuzeyden gelmesi ve bu teknelerini ters çevirerek sığınak olarak kullanmalarından dolayı. İkincisi ise inanışa göre kuzey hayatın gök kubbesidir ve tanrıların diyarıdır, bundan dolayı evleri kuzeye doğru yaparlarmış. Torajalar hem Sulawesi’de hem de Papua’da (Endonezya’nın diğer bir adası) yaşamaktadırlar. Ama buradakiler sayı olarak daha fazlalar.



Torajaların en büyük özelliği hayatta iken ölüme hazırlanmaları. Biz ne yazık ki cenaze törenine gidemedik ama bir düğün törenine katıldık.


Her Toraja’nın en büyük ideali öldükten sonra kendine iyi bir cenaze töreni “tomate”  yapılmasıymış. Dünyanın büyük kesiminde etnik topluluklar arasında düğünler daha önemli ve görkemli iken bu coğrafyada düğünler 2-3 saat sürmekte, halbuki cenaze törenleri bir hafta boyunca devam etmekteymiş. Torajalar’ın inanışına göre iyi yapılmayan bir cenaze, vefat edenin ailesine kötü şans getirecektir. Ölen kişinin bedeni cenaze törenine kadar evde saklanmaktadır. Cenaze töreninin yapılması da belli şartlara bağlı, akrabaların gelmesi, para bulunması, yiyeceklerin hazırlanması gibi...

     

Ama bunlar olana kadar ölü beden bir takım otlar kullanılarak bozulmamasına çalışılmakta. Bizim gördüğümüz 5 aylık bir beden vardı cenaze töreni daha yeni yapılmıştı.  Gelenler için çadırlar kurulmakta ve buralarda ağırlanmaktalarmış. Birinin cenaze törenine davet edilmesi, Toraja'larda büyük onur sayılmaktaymış. Törene katılan misafirler statülerine göre domuz veya bufalo kurban edip bunları vefat edenin ailesine verirler. Ne kadar zenginse o kadar bufalo kesilirmiş.  Tören bitince de ölen kişinin bedeni kaya mezarlarının içine konur...
 

Belli bir müddet sonra bedenden bir şey kalmıyor sadece iskeletler ortalıklarda. Bu etnik grubun inancına göre ölen kişinin sevdiği ve değer verdiği eşyalar da yanına konulabilmekte, bundan dolayı bu kaya mezarları bazen soyulmakta, o yüzden şimdi kilit altında tutulmaktaymışlar. Civarda ziyaret ettiğimiz ve önemli sayılabilecek kaya mezarları Londa ve Lemo da bulunmaktadırlar. Ayrıca bu mezarlıkların üstünde Tau tau denilen ve ölen kişileri temsil eden kukla formunda figürler var. Bunlardan özellikle Lemo da çok sayıda var. Bu evleri bir düzen ve yaşayan bir biçimde görmek istiyorsanız Kete Kesu ya gidin. Kete Kesu’da bu “tongkanon”lardan görebileceğiniz gibi, mezarlıklardan da çok sayıda var. Öğlen yemeğinde feci bir sağanak yağmura yakalandıktan sonra ve iyice dinlendikten sonra Londa’da ki mezarlığa gittik ve bence asıl burası görülmeye değerdi. Ancak eğer karanlık mağaralara girmekten, açılmış saçılmış tabutlardan ve de kurukafalardan, iskeletlerden korkuyorsanız kesinlikle tavsiye etmem. Çünkü burada gerçek anlamda ölümün kokusunu duyuyorsunuz.  

Palawa ise “tongkanon” ların en rahat gezilebildiği ve içlerine kolayca girilebilen bölgeydi. Burada güzel bir de dükkan vardı, el işçiliği ürünleri satan, ama oldukça pahallıydı.Rantapeo pazarı bu yöre insanın yediği içtiği hakkında bilgi sahibi olmanız açısından çok önemli. Bu seyahatin kazanımı ve yeni öğrenilen yiyeceği snake fruit. (yılan meyvesi) dışı tam yılan derisine benziyor, tadı ise süper kivi şeftali karışımı gibi bir şey…

Dönüş yolunda yine sekiz saat boyunca otobüsteyiz. Makassar havaalanına gelip Jakarta'ya uçacağız. Fakat aksilik bu ya lastik patlıyor. Bunun bize tek faydası oluyor yolda çok güzel fotoğraflar çekiyoruz. Ayrıca misafirperver Endonezyalı'lar beklerken evlerini bize açıyorlar. Yol kenarında öyle ahım şahım bir bina değil ama pırıl pırıl. Gayet düzgün eşyalar ile döşenmiş. Tamirat bitiyor fakat bu sefer de aşırı derecede sağanak yağmur başlıyor ve trafik tıkanıyor. Kıl payı ile uçağı yakalayacağız diyoruz, ama şimdi de çok övdüğüm Endonezya hava sistemi 2 saat rötar yapıyor. Neyse sağ salim Jakarta’ya dönüyoruz. Gece Jakarta’da Dapur Babah diye gayet keyifli bir restoranda yemek yiyoruz. Ama oldukça yorulmuşuz atıyoruz kendimizi Hotel Borobodur’un konforlu odasına .

  

Ertesi ve son günümüzde, burada yarım günden fazla zamanımız var.  Ben bu zamanın bir kısmını yazının başında anlattığım görülecek yerleri gezerek ve fotoğraf çekerek değerlendirdim. Sonra da buranın lüks alışveriş merkezini ziyaret ederek grubun kalanı ile buluştum. Plaza Indonesia Jakarta’nın en yeni ve en modern alışveriş merkezi. Büyüklük olarak bizim İstinye Parktan büyük. İçi bayağı iyi… Marka alışverişi yapmayacağımdan daha otantik şeylere yöneldim. Özellikle Batik Keris buraya gelenlerin kaçırmaması gereken bir dükkan. Öyle çok ucuz değil ama çok sayıda ve kalitede mal var. Hem kıyafet hem de ev dekorasyonu için kullanılabilecek ürünler… Ayrıca Surabaya Street de buranın en önemli alışveriş caddesi. Hem oteller, hem alışveriş merkezleri hem de küçük dükkanlar açısından oldukça zengin. Hafif bir öğle yemeğinden sonra grubun telaşından dolayı hemen hava alanına doğru yola çıkıyoruz. Bazı arkadaşlarımıza öğütlemişler hava alanına ulaşmak 3 saat sürer diye ama ne yazık ki bir saat içinde alandayız ve bizi İstanbul’a götürecek uçağımızı bekleyene kadar çeşitli şekillerde vakit geçirip saat dolduruyoruz. Havaalanı kötü değil ama yine de iki saat kapalı bir alanda kalmak çok da keyifli de...
 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder