Laos yani Lao Demokratik Halk Cumhuriyeti denize kıyısı olmayan, tüm ekonomik hayatı Mekong nehri üzerine kurulu olan ve değişik etnik kökenlere sahip altı buçuk milyon nüfusu olan küçük, şirin, hüzünlü ve gizemli bir ülke.

Zaten buradaki Hmong’lar ve Lao’lar arasındaki farkı görmemek olanaksız. Devlet yönetimi komünizm olmasına rağmen, Budist olmayanlara destek verilmiyor. Komünist idare Monk’lar yani Budist rahipler ile iyi geçinmekte ve rahatça tapınmalarına izin vermekte. Hmong’ların evleri dökülürken, her taraf toz toprak içindeyken, Lao’lar gayet düzenli, nispeten daha iyi evlerde yaşamakta, ekonomik olarak bir takım üretim araçları kullanmaktalar. Daha sakin daha saygılı daha organize ve daha mesafeliler. Hmong’lar ise daha ilkel daha düzensiz ve çoğunlukla herkese el avuç açan tipler. Lao köyünde hayvanlar bile belli bir düzende gezinmekte ve otlamakta. Erkekler ve gençler çeltik tarlalarında çalışmakta kadınlar ve yaşlılar çıkrık başında ip eğmekte, kumaş dokumakta. Her Lao köyünde süslü bir budist tapınağı mevcut. Hmong’lar Şamanist oldukları için yerleşik tapınakları yok.

Sabah uyandığımızda Pakbeng’de vahşi bir manzara karşıladı bizi. Her taraf çılgınca yeşil Mekong gürül gürül akmakta. Erken kalkanlar sabah 6.00 da Pakbeng pazarına gittiler. Giden arkadaşlarımız Lao’luların ve Avrupalıların sabah sabah kızarmış fare yemelerinden çok etkilenmişler. Biz onlardan 2 saat sonra gittiğimizde pazar bitmiş, yemekler yenmiş etrafta yalnızca pis artıklar ve aylak aylak gezen garip tipler gördük. Bizim kaldığımız Pakbeng egzotikti ama şehrin içi ve pazar kısmı feci pis ve dağınıktı…
Mekong’un Nam Ou nehri ile birleştiği yerdeki Pak Ou mağaralarını gördük. Burada iki mağara var ve içlerinde binlerce irili ufaklı buda heykeli.Ulaşım yalnızca tekne ile olmakta. Alttaki mağaraya ulaşmak sorun değil üç beş basamak çıktıktan sonra varılıyor, ama tepedeki büyük mağara için 310 basamak tırmanmak zorundasınız. Bu kadar efor sarf ettikten sonra çok özel ve önemli bir şey ile karşılaşmıyorsunuz. Sizi bekleyen büyükçe oturan şişman bir buda heykeli ve karanlık, içini tam görmediğiniz ama bir sürü buda heykeli olduğunu bildiğiniz ve hissettiğiniz bir mağara. Ve yine mağara içinde yapılmış olan bir buda heykellerini yıkama düzeneği. İki başlı bir yılana benzeyen – daha sonra bir çok hemen hemen tüm tapınaklarda göreceğimiz –bir yandan suyu akıttığınızda buda heykelinin üzerine gelip onu yıkayan ve yılda bir kez kullanılan bir düzenek bu. Laos da başta belirttiğim gibi komünist bir rejim var. Daha önce hüküm süren kral ve ailesinin adını anmak, hakkında konuşmak, kral sülalesinin şaibeli kayboluşu hakkında konuşmak ve yorum yapmak kesinlikle yasak.
Luang Prabang’ a yani eski kraliyet başşehrine ulaşınca tekneden iniyoruz. Luang Prabang a varınca medeniyete de geri dönmüş oluyorsunuz.(Her ne kadar burası da oldukça ilkel olsa da…) Akşam kendimizi önce Luang Prabang sokaklarına atıyoruz. Burada bir gece pazarı var ve o kadar ilginç mallar var ki rahatlıkla 1,5 saat zaman geçiriliyor. Bir kafede oturup Laos’un bizlere keyif veren Beer Lao’sunu içip otele dönüyoruz.
Ertesi gün 1995 yılında Unesco tarafından Dünya Mirasına alınan Laos un eski krallık başkentini tanımaya çalışıyoruz. Buranın en önemli ve eski iki eseri Wat Visoun ve Wat Thong . İkisi de Budist tapınağı olarak ilginç yapı özellikleri olan ve stupa yapıları farklı tapınaklar. Laos’ta özellikle tapınak ve sarayların korunmasına büyük özen gösterilmekte, ziyaretçilerin ayakkabı ile gezmelerine izin verilmiyor. O yüzden de tüm tapınakların içleri pırıl pırıl tertemiz. Thong tapınağında yoğun olarak kullanılan cam mozaikler bu tapınakların sadece yapım aşamasında değil süslenmesinde de ne büyük emek sarf edilerek yapıldığını gözler önüne sermekte. Tapınak gezilerinden sonra Luang Prabang’a hakim Pousi tepesine çıkıp tepedeki altın kubbeli stupayı görüp, Luang Prabang’ı kuş bakışı seyretmek gerekir.
Öğlenden sonraki durağımız eski Kraliyet Sarayı, şimdiki Ulusal Müze. Buraya girerken ayakkabıları çıkarmanın yanı sıra cep telefonlarını da bırakmamız gerekmekte. Yerel rehberimiz bize eski kraliyet ailesi hakkında kısık sesle bilgiler vermeye çalışıyor müze görevlileri resmen göz hapsine alıyorlar bizim rehberi. Rehber bize mimli olduğunu ve 3 kez ikaz edildiğini anlatıyor. Kraliyet ailesi için ise 1975 yılında yok olduklarını – ki bu resmi açıklamaymış - kral sülalesinin tüm fertlerinin kesinlikle idam edilmek suretiyle yok edildiklerini ve mezarlarının dahi olmadığını anlattı. Eski Kraliyet Sarayından çıkıp ağır aksak sıcakta sempatik Luang Prabang sokaklarında dolaşıyoruz. Akşam burada yapılacak olan bir Baci seremonisine gideceğiz. Baci seremonisi Animist bir tören; iyi ve koruyucu cinlerin kişinin organlarını korumaları için yapılan bir ayin. Yaklaşık 20-25 dakika sürmekte. 15-16 Lao’lu oturmuş ortada da tütsü yanan kokulu çiçeklerle süslü bir sütun var. 5 dakika dua ediliyor sonra sıra ile oturan Lao’lu kişiler çoğunlukla yaşlı kadınlar, bileklerinize ipler bağlıyor. Her ip bir organınızı koruyacak cin için bağlanıyor ve 3 gün süre ile çıkarılmaması gerekiyormuş.
Sabah program çok yoğun. Önce Hmong’ların yaşadığı sonrada Khmu yerlilerinin –ki onlar Lao’lu - yaşadığı iki köyü gezip yine aradaki gelişim farkını ve Hmong’lara uygulanan ayrımcılığı gördükten sonra buranın doğal güzelliklerinden olan Kuang Si şelaleleri gezilecek. Tropik bir bitki örtüsü ve çağıl çağıl çağlayan bir şelale karşımızda akıyor. Sanki cennettesiniz. Kuang Si’nin şehre uzaklığı 32 km . ve esas şelalelere gelene kadar ayı barınağı, kaplan hastanesi gibi yerlerden geçiyorsunuz. Ana şelale yaklaşık 80-85 metre yükseklikten dökülüyor.
Luang Prabang’dan 1,5 saat sürecek bir uçuşla başkent Vientiane uluslararası havaalanına iniyoruz.

eline ve gözüne sağlık İbrahim...sayende biz de gezmiş kadar oluyoruz :)
YanıtlaSil