21 Mart 2013 Perşembe

İslamabad & Rawalpindi / Pakistan,2011



İslamabad öyle "hadi kalk bugün de buraya gidelim" denecek türden bir yer değil aslında. Biz de buraya bir arkadaşım ile birlikte bir düğüne katılmak ve fotoğraf çekmek için gidiyoruz.  Aslında bu müslüman ve kardeş ülkeye Türkiye'den gitmek öyle sanıldığı kadar kolay değil, önce vize alman gerekiyor. Vize işlemleri de neredeyse Schengen vizesi kadar sürüyor. Bankada ne kadar paran var ? dan tutun da ev tapusuna kadar istiyorlar. Vize harcı da 75 USA $. Neyse bunları belgeleyerek Pakistan’a iltica etmeyeceğimizi kanıtlayıp seyahate başlıyoruz.


Türk hava yollarının Boeing 737 uçağı ile 6,5 saatlik bir uçuşla Pakistan’ın başkenti İslamabad a uçuyoruz. Tüm doğu uçuşları gibi Pakistan uçuşları da çok ters saatte. Ben milli hava yolumuzdan çok memnunum, kalitesi, fiyatı, yiyecek içecek çeşitliliği ve servisi ile uçuş süresince bizlere bir sorun yaratmıyor ve aksam saat 19.30 da kalkan uçağımız yerel saatle 3. 40 da Pakista'nın başkentine varıyor.  

Bizi bekleyen araca atlayıp otelimize doğru yola koyuluyoruz.  Kaldığımız otel bence buranın en iyi oteli – kıyaslama imkânım olmasa da- Mariott. Geceliği 230 ABD dolar. Burada otel için öyle çok fazla riske girmemek lazım. Pakistanlı arkadaşlar burayı ve Best Western’i tavsiye etmişlerdi. Sabah saat 4 de anormal boş yollarda 3 kez, barikat kurmuş askerler tarafından durduruluyoruz. Şoför bize geçen yıllarda meydana gelen bombalama olaylarından ve ayrıca Benazir Butto'ya yapılan suikastdan dolayı bu kontrollerin aşırı derecede devam ettiğini anlatmaya çalıştı düzgün İngilizcesi ile... Otel gayet iyi, 5 yıldızlı ama ne tabi ki iş bina ile bitmiyor personel terbiyeli ama birçok konuda şark kafası ile düşünüyorlar. Odaya çıkmadan bir sürü evrak doldurup ancak öyle odalara çıkabildik.


 Sabah erkenden, uykumuzu tam da almamış olarak, çıkıp İslamabad'ı gezeceğiz. Kahvaltıda düğün için gelmiş olan diğer kişiler ile karşılaşıp sohbetten sonra Pakistan'lı arkadaşımızın bizim için ayarladığı araca atlayıp şehir turuna başlıyoruz. Aslında şehir turu derken yapılacak şeyler bu şehide biraz kısıtlı. Önce Daman-e Koh ya gidiyoruz. Burası müthiş büyük,  güzel ve bakımlı bir park. Şoförümüz ile 2 saat sonra buluşmak üzere sözleşiyoruz.


Fotoğraf çekmek için gezmeye başlıyoruz. Genelde insanlar İslami kurallara uygun yaşamaktalar bu ülkede. Kadınların büyük bir çoğunluğu kapalı. Yüzlerini açıkta bırakan siyah çarşaf sıkça görülmekte. Onun haricinde renkli başörtüsü takan kadınlar da var. Ama aynı parkın içinde burkalı kadın da gördüm. Erkekler ise çoğunlukla entari giyiyor. Kafalarında takke ve fes gibi bir şeyler takanlar da var.175 milyonluk nüfusun çok büyük kısmı (%96) Müslüman, müslümanların da yaklaşık  % 20 si Şii, bu oranla da dünyanın İran dan sonra en büyük ikinci Şii nüfusuna sahip. Nüfusun büyük kısmı İngilizce konuşuyor ama ana lisan Urduca. 

Parkta insanlardan sonra en çok bulunan canlı maymunlar. Saldırgan değil hatta çekingen gibiydiler. Aslında parkın girişine kocaman bir uyarı levhası asılmıştı, maymunların ısırabileceğine dair... Ama bana çok iyi pozlar verdiler...  Parktaki bu hayvanlar sülün ve kazlar ile birlikte ve doğal ortamda serbestçe yaşıyordu. Hatta bir ağaca asılı panoda burada az sayıda da olsa leopar bulunduğu yazılıydı.  Bizim ayrılma saatine yakın insanlar iyice dolmaya başladılar parka. Genelde kadın erkek, çoluk çocuk birlikte gelip birlikte zaman geçiriyorlar. Ama kadınsız, kalabalık erkek grupları da vardı.  Bolca fotoğraf çektiriyorlardı. Parka ilk girdiğimizde yüksek sesli bir şeyler duyduk acaba müzik mi falan derken ilahi olduğunu anladım. Yüksek sesle dini konuşmalar vardı, sonra müzik çalmaya başladı. Parkın Faysal Camii ne çok güzel manzarası vardı. İslamabad'ın en büyük cami kral Faysal cami, bunu camiye geldiğimizde anlatacağım.


Burada uzun süre zaman geçirip kendimizce iyi olduğuna inandığımız fotoğraflar çektikten sonra tepelere çıkmaya başladık. Margalla tepeleri dedikleri yer zaten parkın girişinden itibaren başlamakta. Margalla aslında bir vadi. Bu vadinin arasından Faysal Camii çok güzel görünmekte. 




Karnımız acıktığı için buralarda gidilebilecek en iyi restorana Monal'a gidiyoruz. Her yerde – guide ve directorylerde – adı geçiyor zaten. Burası üç taraça şeklinde düzenlenmiş ve  kebap ağırlıklı yiyecekler var. Zaten Pakistan'da genelde yemek olarak pirinç ve et var. Monal açık havada çok keyifli bir yer. Tabi ki İslamabad'da otel haricinde hiçbir yerde olmadığı gibi burada da alkol yok.  Kebaplarımızı diyet cola eşliğinde yiyip manzaranın keyfini sürüp ve etraftaki Pakistan'lıları gözlemleyerek vakit geçiriyoruz. Halk olarak kadın da erkek da yüksek sesle konuşuyorlar. Kız ve erkek gençler genelde kalabalık gruplar halinde  daha sakin sessizler. Baş başa olan kadın erkekler ise muhtemelen evli veya nişanlı ama onlar da çoğunlukla el ele dahi durmamaktalar.


Arabamıza atlayıp yarım saatlik bir sürüşle Faysal Camii'ne geliyoruz. Gerçekten çok güzel bir eser, mimarı Vedat Dalokay. Hatta cami ile ilgili bir de hikâye var. Aslında bu camii mimar tarafından Ankara Kocatepe Camii'nin olduğu yer için yapılmış, fakat sonra dönemin devlet büyükleri caminin kubbe yapısını geleneksel kurallara aykırı bulduğu için ihaleyi şu andaki camiyi yapan mimara vermişler, Vedat Dalokay da Kral Faysal'ın 1969 yılında açtığı yarışmaya bu eser ile katılıp 47 proje arasından kazanmıştır. Gerçekten çok büyük bir cami 5000 m2 alan üzerine kurulu ve 74000 kişi aynı anda namaz kılabiliyor. Caminin avlusuna dahi girerken ayakkabılarınızı çıkartmak zorundasınız. Taşlar, mermerler, merdivenler her taraf pırıl pırıldı. İnsanlar camiyi gezdikten sonra taşlarda oturuyorlardı. Tek ters gelen caminin içine giremememiz oldu. Camlardan içeri bakıp kaldık sadece. Sadece ibadete gelenler içeri girebiliyorlarmış ayrıca namaz saatleri haricinde de ancak dışarıdan içeri bakıp çeşitli köşelerde fotoğraf çektirilebiliyor. Etrafta temizlikten sorumlu çok sayıda insan var ve sürekli yerleri paspasa yapıp parlatıyorlar. İslamabad için çok önemli ve hatta diyebilirim ki buraya gelindiği vakit kesinlikle gelinmesi gereken yerlerden biri... Biz yaklaşık bir saat zaman ayırdık Kral Faysal camiine.

Değişik bir yere gidilince turistik ziyaretler yapmak da şart ve biz de öyle yapıp Lok Virsa ya gidiyoruz. Burada tüm Pakistan’ın geçmişini, uygarlığını ve yaşantısını görebilmektesiniz. Tabi çok gezenler için buraya girdiğinizde hem alan, hem müze biraz dudak büzülecek bir durumda ama yine de çok fazla yapacak şey olmadığı için gelinmesinde fayda var , zaten topu topu en fazla 1 saat zaman geçirebilirsiniz. İçeride bazı otantik hediyelik eşyalar ve de el işi resimler vs satan küçük dükkânlar var ama bayağı yüksek fiyat söylüyorlar ilk başta. Aslında doğrusunu isterseniz burada çok fazla fotoğraf çekilecek bir şey de yok...


Artık bayağı yorulmaya başladık ve güneşin batmasına daha bir saat var, soluğu Pakistan Monument'te alıyoruz.  2004 yılında yapımına başlanan eser 2006 yılında bitirilmiş. Pervez Müşerref zamanında Arif Masoud adlı Pakistan'lı bir mimarın projesi diğer yirmi eser arasından öne çıkarak, yapımı uygun bulunmuş. Pakistan’ın gücünü, etnik gruplarını, kültür ve uygarlığını göstermek amacıyla yapılan Pakistan Monument şu aralar bir çekim merkezi haline gelmiş. Çok sayıda genç insan vardı. Hem anıtı ziyaret ediyorlar hem dibindeki modern müzeyi geziyorlar hem de anıtın civarındaki cafelerde oturup konuşuyorlardı.   


İlginç olansa orada fotoğraf çekerken bize nereden olduğumuzu sorduklarında Türk cevabını alınca çok sevinip sevgi gösterilerinde bulunup bizimle fotoğraf çektirmek istemeleriydi. Aslında bunu ülkeye ayak bastığımız andan itibaren hissettim. Pakistan halkı tarafından Türkler çok sevilmekte... Burada 3-4 grupla fotoğraf çektirip artık dönüşe geçiyoruz.

Hazır buralardayken bir de alışveriş yapılacak bir caddesi var mı diye sorarken, şoförümüz bizi sektör 7 ye götürüyor. İslamabad sektörler yani bölgelere bölünmüş ve her bölgenin kendi alışveriş yeri var. Biz 7. caddeyiz ve burada değişik mağazalar var. Tabii ki bizim alıştığımız türde değil ama kalabalık kadın erkek alış veriş yapıyorlar, sonra bir baktık ki kimse yok ortalıkta ne oldu falan derken akşam ezanı okunmuş o yüzden erkekler camiye gitmiş kadınlar da artık nereye gittilerse... Bu bölgede Jinnah Market gayet büyük bir alış verişi merkezi... Ama yine ne aradığına bağlı. 


Biraz oyalandıktan sonra yaklaşık yarım saatlik bir yol ile kendimizi otele attık. Duş alıp düğünün ilk gün törenine gideceğiz. Bu arada bizlere bir hafta önce İstanbul’da beden ölçülerimizi sormuşlardı, ne olacak falan derken, ilk günkü törende erkekler de kadınlar da sadece Pakistan usullerine göre kıyafetlerle katılabiliyorlarmış. Otelde turuncu Salwar kameez’ lerimizi, ki bunlar Pakistan’ın milli kıyafeti, giydik. Salwar çok rahat süper bol bir pantolon. Acaba benim ölçümü yanlış mı almışlar diye düşündüm ama arkadaş da yüzüyordu pantolonun İçinde. Üzerine de dize kadar inen turuncu bir tunik giydik, aşağıya inip düğüne gidecek diğer kişiler ile buluştuk. Herkes bir örnek giyinmiş çok hoştu. 



Düğünün yapıldığı yer bir çadır ama bu işler için kullanılmaktaymış, bayağı büyük, klimalar çalışıyor masalar kurulmuş, içeri girince tüm erkeklerin aynı kıyafette olduğunu gördük. Kadınlar ise rengârenk giyinmişler ve sabah yollarda gördüğümüz çarşaflı Pakistan'lı kadınlara hiç bezemiyorlardı. Hepsi aşırı süslenmiş ve zarif bir biçimde başlarına bir şal atmışlar. Biz erkek tarafının misafirleriydik, kız tarafının erkekleri de başka renklerde ama hepsi aynı şekilde giyinmişlerdi. 

Taze çiçeklerle bezenmiş bir platform yapmışlar, iki tane tekli bir tane de ikili koltuk konulmuş. Bir de başka büyük platform kurulmuş orada da insanlar hareketli Pakistan müzikleri eşliğinde oynuyorlardı.Bence düğünün bu ilk günkü kısmının  en akılda kalan kısmı, insanların sürekli olarak oynamalarıydı. Sürekli hoplayan zıplayan insanlar... Bunun için bir dj de getirilmiş ama mixer olmadığı için şarkı bitiyor ve yeni şarkı gelene kadar boşluk kalıyordu. Sonra kız tarafı geldi, kız tarafının  kadın ve erkek temsilcileri gelini bir örtünün altından geçirerek içeri soktular ve gelin ile damat taze çiçeklerle süslenmiş platforma oturdular. Sonradan herkes ikili üçlü gruplara halinde yanlarına gitti, hal hatır sorup, teşekkür edip hediyeler verdiler. Biz de gittik yanlarına biraz konuştuk ve ardından yemek başladı. Bu arada saat da 23.00 olmuştu. 


Yemek açık büfeydi, değişik ve çok baharatlı yiyecekler 
vardı, bir de bu coğrafyada çok bilinen “Puri” vardı, bizim puf böreği veya tuzlu lokma tatlısı gibi bir şey , hamur yağa atılıyor ve hamur mayalı olduğu için de kabarıyor. Bence bu çok lezzetliydi diğerleri de fena değildi ama biraz ağırdı. Yemekten sonra biraz daha durduk, bu arada hep dans edildi, gelinle damat da hep kendilerine hazırlanan platformda oturdular. Yemeklerini bile  orada yediler. Saat 2 gibi kalktık. Bayağı yorulmuşsuz...


Sabah erkenden kalkıp bu sefer İslamabat ın kardeş – ikiz kardeş şehri diye bilinen Rawalpindi'ye gidiyoruz. Rawalpindi'de yaşayan halk Pindiler ve 3 milyonluk nüfusu ile burası Pakistan’ın Karaçi, Lahor ve Haydarabat'tan sonraki en kalabalık 4.büyük şehri. (İslamabad'ın nüfusu 1,5 milyon) Aslında burası bir zamanlar çok önemli olmasına yeni başkerağmen ntin İslamabad' da kurulmasından sonra önemini yitirmiştir. Benazir Butto' ya suikast burada yapılmış, babası da burada idam edilmişti. Bölgede tarihi eser adına önemli hiçbir şey yok...  Rawalpindi tam bir ticaret şehri, her yerde pazarlar, dükkânlar (özellikle kadın ve erkek  salwar'ları satan ) ara sokaklarda yiyecek, içecek ve hal gibi sebze meyve satan yerler... 

Ama karmakarışık. Yollarda yürümekten ve fotoğraf çekmekten helak olduk. Bir kaç tane eski olduğunu sandığımız camiye girdik. Sonra alış veriş yaptık, şalvarlar ve gerçek ipek paşminalar aldık, yollarda şeker kamışı suyu içtik. Şoför arkadaşa "bizi otantik yemek yiyeceğimiz bir yere götür ama otel restoranı olmasın" dedik, bayağı değişik bir yere götürdü bizi,  yemek çok zorladı. Çay gibi bir şey geldi Pencap çayı – çünkü bu bölgede yani İslamabad ve Rawalpindi de Pencap çayı – sütlü, tatlı yeşil gibi bir şey - içilmektedir. Dün akşam düğünde de içmiştik. Bir de puf böreği gibi olan yiyeceği oradaki yemek yiyenlerin talimatı ile bir takım soslar dökerek yemeğe çalıştık. İnsanlar bizi orada görünce – herhalde pek alışkın değiller yabancıların lokal yerlerde yemek yemelerine – bize kendi yediklerinden ikram etmeye başladılar ama birinci ikram dan sonrakilerin tamamını geri çevirip kendimizi dışarı attık. Bu arada Rawalpindi de anormal bir duman – hava kirliliği veya sis değil – bir de feci bir motor gürültüsü var. Nedenini 15 dakikada çözdük. Burada elektrik kısıntısı var ve halk dükkânlarında küçük jeneratörler ile elektrik sağlıyormuş. 

 


 Yine burası için özel bir şey de kamyonların acayip süslü olmaları, ama süsler öyle böyle değil. Şoförümüzden bizi bunların boyandığı yere götürmesini istedik. Burası resmen bizim oto sanayi gibi bir yer. Ama biz çok keyif aldık. Her tarafta ham kamyonlar önce kırmızı mavi yeşil pembe renklere boyanmakta, ardından da çok ince ince süslemeleri yapılmaktaydı. Orada çalışanlar bayağı kaba saba tipler ama çıkan iş gerçekten  bayağı ince bir zevkin ürünü. Hava kararırken otele döndük. Bu geceki davet kız tarafının verdiği davet ve otele yarım saatlik uzaklıkta ki bir salonda yapılacak. Daha zamanımız var, otelde room servis menüde gördüm, bir viski ısmarlamak istedim.  Getirdiler ama yanında da anayasa gibi bir kitap,  bir sürü yere bana imza attırdılar. Yazan şey erişkin olduğum ve kendi isteğim ile alkol alacağım konusunda bir beyandı. Garibime gitti uluslararası bir zincirde bu uygulama, ama netice de burası koyu Müslüman Pakistan.


Bu sefer de otelden grup halinde ayrıldık, bir gece öncesinden farkımız, üzerimizde siyah takım elbiseler ve kravatlar var, herkes çok resmi giyinmiş, davetin yapılacağı salona geldik, orada da kız tarafı önceden gelmiş konukları karşılıyorlar. Bizi en güzel masalardan birine oturttular, arkasından erkek tarafı çok kalabalık şekilde ilginç ama gerçek gayda ile salona geliyor. Gayda bu coğrafyaya İngilizlerden dolayı gelmiş ve sıkça çalınmakta. Ben fotoğraf çekmek için dışarı çıkıyorum, çok değişik bir ritüel yaşanıyor, kız tarafının bir temsilcisi kapıyı yarı aralıyor ve erkek tarafını içeri almıyor. Bir pazarlık yaşanıyor, aynen bizim dini nikâhlarda olan altın meselesi gibi "ne kadar altın vereceksiniz, yok o az daha çok isteriz" şeklinde sembolik bir tartışma. Valla 5 dakika falan sürüyor, sonunda kapı sonuna kadar açılıyor, damat ve ailesi içeri alınıyor. Gelin ortada yok, o da 20 dakika sonra kapıya geliyor. Burada öyle dans falan yok, sadece kapıdan girerken hoplayıp zıplıyor insanlar, sonrada  ortalık sakinleşiyor. Herkes yemek yedikten sonra daha fazla bir şey yapılmadan topluluk dağılıyor. Bana garip gelen o kadar şık insan etrafı feci şekilde pisletmiş, hele açık büfe tarafında her şey yerlere atılmış, tabaklar yerlere boşaltılmış, pırıl pırıl mermer zemin rezil olmuş. 

Bizim buradan otele dönüp, sabaha karşı  havalimanına gitmemiz lazım.İstanbul'a dönüyoruz bu gece. Ertesi gün olacak esas  düğünü kaçıracağız, olsun çok renkli sahneler gördük, hepsi hala zihnimde tazeliğini korumakta.


Alana geldiğimizde bir problem ile karşılaşıyoruz. Ben tedbirli olduğum için her uçak biletini bastırırım. Genç arkadaşım daha elektronik zihniyette olduğu için ve de nasılsa bilgisayarda mail olduğu için böyle bir şeye gereksinim duymuyor. Ama kendisini içeri almıyorlar, ille de bilet diye tutturuyor kapıdaki görevli polis. Neyse, lap topun açılmayacağı tutuyor, 15 dakikada içeri zor giriyoruz. İslamabad havalimanı çok derme çatma, tadilat yapılmaktaymış. Biz kişi başı 10 usd vererek lounge gibi bir yere giriyoruz. Türklerin çoğu orada ama aslında dışarıdaki terminalden pek farkı yok, belki biraz daha rahat minderli koltukları var o kadar.



Pakistan çok zor bir ülke, yaşam koşulları gerçekten ürkütüyor insanı ama yine de dünyayı gezmekten keyif alan biri olarak 180 milyon kişi yaşayan bu ülkeyi görmek, bu insanlar ile tanışmak için, hele karşımıza böyle bir fırsat geçtiğinde yapılacak en doğru şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. Bir kez daha Pakistan'a gelecek olursam kesinlikle Karaçi ve Lahor olur seçimim...

1 yorum:

  1. Beni Pakistan'da en çok kamyonların boyaları ve elektrik jenaratörlerinden çıkan ses ve sis etkiledi. Çok ilginçti hakikaten. Koca bir şehir ki ortasından yüksek gelirim hattı geçmesine rağman küçük jenaratörlerle çalışıyor. Ses ve sis bir arada; önceleri sorgulamıyorsunuz, sonra sonra ses rahatsız etmeye, sis ise ciğerlerinizi yakmaya başlıyor. Bir anda mağazanın birine girerken bir bakıyorsunuz küçük bir jenaratör çalışıyor. Sonra bir anda gözleriniz açılıyor ve bir bakıyorsunuz etrafta yüzlerce jenaratör... Kamyonlar ise ciddi el işçiliği gerektiren bir boyama işleminden geçiyor. Ve anladığım kadarıyla göreceli olarak ucuz bir rakama boyanıyor o kamyonlar. Göreceli diyorum çünkü, boyama işlemi aslında bir tür gösteriş amacı taşıyan bir ritüel ve Pakistanlılar için yaptıkları en büyük harcamalardan. Ancak sanayileşmiş bir ülke olsa Pakistan, bu işçiliğe sanırsam ancak zengin koleksiyonerler para yatırabilir, kamyoncular değil.

    YanıtlaSil