31 Mart 2013 Pazar

Bangkong & Kuzey Tayland , 2008


Türk Hava Yolları ile hem rahat hem de rötarsız 9,5  saat süren bir uçuşla  öğle saatlerinde Tayland’ın başkenti Bangkok’un Suvarnabhumi havaalanına iniyoruz. Tayca Bangkok’un ismi Krung Theb ve “Melekler Şehri” anlamına gelmektedir. Bu on milyon nüfuslu ekonomik açıdan çok canlı şehir için yalnızca bir gün ayırabildiğimiz için çok sıkı bir program yapıp hemen şehrin önemli ören yerlerine gitmeye başlıyoruz. Ülke hakkında birkaç önemli bilgi. Türkiye’den çok daha kötü ve sıkışık bir trafiğe sahip, para birimi baht, Budizmi çok yoğun yaşamaktalar ve de krallarına inanılmaz ölçüde saygı ile bağlılar. Kazıklanmamak için çok dikkat etmek lazım, hatta her şeyde pazarlık yapmak önemli.


Bangkok’ta 1780 yılında inşa edilen ve de bugün sadece seremonilerde kullanılan Grand Palace (Büyük saray), zümrüt budaya ev sahipliği yapan Wat Phra Kaew tapınağı, 16. Yüzyılda inşa edilmiş ve içinde Tayland’da bulunan en büyük yatan buda heykelini barındıran Wat Pro tapınağı ve özgürlük meydanı bu kısa süre içinde gezip gördüğümüz yerler. Akşam için ise şehrin eğlence bölgesi Pat Pong da geziniyoruz. Burası hem gece pazarı, hem eğlence merkezi, hem de batakhane bölgesi. Bu bölgede Tayland’da çok sayıda bulunan travesti ve transseksüellere rastlanmaktadır.Değerli eşya ve paralara dikkat, çok sayıda gasp ve kap kaç olmakta.

Ertesi gün öğlen saatlerinde Bangkok Airways’in rengârenk uçağı ile 45 dakika uçarak Tayland’ın eski Kraliyet başkenti Sukhotai’e varıp ve yine rengârenk otobüsümüz ile üç dakika uzaklıktaki otelimiz Sukhotai Heritage Resort’a giriş yaptık. Bölgenin en iyi konaklama tesisi burası.  Yollardaki insanların hemen hemen hepsi güler yüzlü sempatik küçük insanlar.
Ülke nüfusunun % 94 ü Budist. Rehberimiz,  kendisinin de bundan önce uzun süre Monk’luk yaptığını, ama sonradan ayrıldığını anlattı. Ülkedeki tüm erkekler – kral dahil – 15 gün de olsa hayatlarının bir döneminde tapınaklara girerek monk eğitimi alıyorlarmış. Rehberimizin verdiği diğer bir bilgi boyu 1.65 in altında olan erkekleri askere almıyorlarmış dolayısıyla Taylandlı erkeklerin %80 i askerlik yapmıyormuş. 

1,5 saatlik bir otobüs yolculuğu yaparak  bir zamanlar var olan Sukhotai krallığının başkenti olan Si Satchanalai’a geliyoryz. Buranın en önemli eseri 39 adet fil ile süslenmiş olan Wat Cham Lom tapınağı idi. Tapınak bakıma alınmıştı fil ve buda heykelleri onarılıyordu temizlik yapılıyordu ama tapınak güneş ışığının da etkisi ile muhteşem bir görüntü sunuyordu bizlere…
Öğle yemeğinde  Thai mutfağının spesiyalitesi olan ve sürekli her yemekte yiyeceğimiz Papaya salatası ile tanışıyoruz . Yemekten sonra hiç ara vermeden Sukhtai Tarihi Parkını – ki burası Unesco tarafından dünya mirası listesine alınmıştır- gezdik. Klasik dönem Thai sanatını görmek ve öğrenmek açısından kesinlikle keyif veren bir yer olan parkı gezmenizi önermekteyim. Parktan sonra Sukhotai merkezini, ana caddesini ve pazarını gezdik. Çok fazla turist olmaması ve gerçekten yerli halkın yiyecek alışverişi için kullandığı pazarın içi  ilginç ama hem koku, hem de görüntü açısından zorlayıcıydı. Şaşırtıcı gelen fare kızartası görmem ve insanların da bunu rahatça yiyebilmesiydi.


Çekirge kızartması ise daha kabul edilebilir olmasına rağmen yine de biraz mide kaldırıcıydı. Pazardaki tropik ve Tayland’a özgü olan meyveler ise çok lezzetliydi. Longan, muz, ananas, ağaç kavunu tat olarak müthişti. Yorgun argın otele döndükten sonra kendimizi otelin müthiş havuzuna atıp tropik içkilerimizi içerek kendimize geldik ve keyifle akşam yemeği yedik.

Sabah erkenden kalkarak Sukhotai’e veda ediyoruz. Bu sefer sempatik ve egzotik havaalanından değil de otobüs ile Lampang üzerinden kuzeyin gülü diye anılan Chiang Mai’e doğru yola çıkıyoruz. Chiang Mai 1,7 milyonluk nüfusu ile Tayland’ın ikinci büyük şehri. İlk gün burada kalmadan doğrudan Mae Hong Son’a uçacağız.  Yol üstünde Doi Suthep tapınağına  gidiyoruz.  Altın kaplama ile süslenmiş ana stupa göz kamaştırarak ve de parlayarak şehre yukarıdan bakmakta. Chiang Mai havaalanı altınızda kalmakta ve kalkan uçakların üstünden bakıyoruz. Her taraf yemyeşil ağaçlar ve değişik binalar ile süslü, Doi Suthep tepesinden ayrılarak havalimanına doğru yola çıkıyoruz.
   

Uçak ile 35 dakika uçarak camdan görünen müthiş bir dağı aştıktan sonra Tayland ortalamasına göre yüksek bir rakımda bulanan Mae Hong Son’a varıyoruz. Şehir oldukça yükseğe kurulmuş ve ilk anda buradaki polis ve silahlı güçler dikkatimizi çekiyor. Anlaşılması aslında çok da zor değil çünkü burası hem Birmanya (Myanmar) sınırı hem de uyuşturucu ticaretinin yoğun ve yaygın olduğu bir yer. Mae Hong Son doğal güzellik olarak nefes kesici. Prahat Doi Kong Moo tepesine çıktığımızda buranın bir Monk eğitim yeri olduğunu görüyoruz. Her tarafta turunculu küçük monklar, hoca monklar tarafından eğitilmekteler.
  

Sabah erken kalkıp Zürafa kadınların yaşadığı köye gidiyoruz. Bunun için yaklaşık 1 saat otobüs ile gidip bir orman köyünde iniyoruz. Yerel halkın yaptığı Thai votkasının hem imalatını görüp hem de tadına bakıyoruz, alkol oranı % 46 ama tadı geniz yakmaktan başka bir şeye benzemiyor. Ardından buradaki filler ile ormanın içinden geçerek Ban Huay Dua ya varıyoruz. Fil gezisi görülmeye ve yapılmaya değer bir şey. Küçük nehir teknelerine atlayıp çamurlu bir suda yaklaşık 10 dakika gidiyoruz. Nehir gezisi çok iyi geliyor çünkü hava oldukça sıcak ama nehirde giderken çarpan rüzgar iyi geliyor. Ayrıca etraf o kadar ağaçlıklı ki seyretmek bile insanı serinletmekteydi.
 

Sonunda Long Neck Kayan Village’e geliyoruz. Mae Hong Son’a yabancıların gelmesinin tek nedeni uzun boyunlu kadınlar.  Aslında bence burada etik bir sorun var. Bu kadınlar, bizler gibi saatlerce süren yolculuktan sonra  görmek isteyenlere mostralık gibi gösteriliyor yani bir nevi hayvanat bahçesi veya sirk gibi. Hoş burası  normal bir köy ve kadınlar burada aktif olarak hem yaşamakta hem de üretimde bulunmaktalar. Zürafa boyunlu kadınlar küçük el işleri, ağaç oymalar, yiyecek bir takım şeyler, alkollü yerel içkiler ve hediyelik eşyalar satmaktalar. Ayrıca çok ilkel tezgahlarda kumaş dokumaktalar. Okulları, tapınakları, sosyalleşme yerleri var. Sattıkları mallar için öyle fazla tezahürat veya bağırış, çağırış cazgırlık falan yapmıyorlar diğer Taylandlılar gibi. Biz de hem yaratılan etik soruna çözüm olması açısından hem de burayı çok otantik bulduğumuz için pazarlıksız alışveriş yapıyoruz. Acı dolu bakan ve derin çizgilerle kaplı yüzleri biraz da olsa gülümsüyor.  

Buraya 2-3 saat ayırdıktan sonra yemek için tekrar tekneler ve otobüs ile Mae Hong Song a geri dönüp yemek sonrasında da uçak ile Chiang Mai’e geri uçuyoruz. Bu şehirdeki en önemli olay gece pazarı (night market). Tüm Güneydoğu ve Uzakdoğu Asya ülkelerinde bilindiği gibi gece pazar alışverişleri çok revaçtadır. Gece pazarı klasik Asya pazarlarındaki gibi her türlü mamulü içeriyor. Şehrin ana caddesinde hem sabit dükkanlar hem de her akşam saat 18.00 de açılıp sonra 23.00 de toplanan stantların üstünde gerçeğinden çakmasına kadar yiyecekten antikaya kadar her türlü mal satılmakta.


Sabah yine yollardayız. Önce Kuzey Tayland’ın el sanatlarının yapıldığı ve satıldığı sanayi bölgesi olarak nitelendirilen San Kampaeng’a gidiyoruz. Burası 5-6 km uzunluğunda sanayi çarşısı gibi bir yer. Yan yana üretim tesisleri ve fabrikalar ve hepsinin de satış yerleri var. Fiyatları tabi ki pazarlarda satılanlardan daha fazla ama en azından çok çeşit ve daha iyi kaliteli mallar görülebilmekte. Sırasıyla ipek fabrikası, teak ürünleri tesisi, değerli taş işleme tesisi, Celadon fabrikası (Celadon Tayland’ın meşhur yeşil porselenleri) ve en sonunda Bo Sang da şemsiye üretim merkezlerine girip öğlen yemeğine kadar bu ülkenin ekonomisini hem öğrenip hem de kalkındırıp geldik.

Daha sonra  Chiang Rai’e doğru yol almaya başlıyoruz . Yolda giderken Mae Chan den geçip Orta Asya’dan göçüp gelmiş olan Akha kabilelerinin  köyüne giriyoruz. Akha’lar, Moğol ve Tatar karışımı bir ırk. Feci fakirler ama kıyafetleri ilginç. Bir eve girdik ev tabi ki çok iptidai idi ve gece karanlığında gördüğümüz kadarıyla tüm evler de aynı şekildeydi. Market gibi bir yerde kurutulmuş balıktan kokmuş yumurtaya kadar her şey satılmaktaydı. Tayland’ın en kuzeyinde yer alan Chiang Rai ise ülkenin en zengin bölgesi çünkü ana ekonomik kaynak uyuşturucu ticareti. Evlerin biçimi, kalitesi dolaşan arabalar, mağazalar birden şekil değiştiriyor. Yolda çok sayıda polis kontrol noktası var ama ilginçtir çoğunda polis yok. Bizim için, kapanmasına rağmen tekrar açılan Opium (esrar) müzesine giriyoruz. Esrarın bu bölge için önemini yarım saatlik bir gezi ile çok iyi anlıyoruz. Ayrıca buranın adı Altın Üçgen (Burada öyle deniliyor). Mekong nehri burada öyle bir kıvrım yapmakta ki Birmanya, Laos ve Tayland ülkeleri ile bir üçgen oluşturmakta. Nehir kıyısında büyükçe altın kaplama bir buda heykeli görüyoruz ve önünden geçerek otelimize giriyoruz. Gece karanlığında ve aşırı yağmurdan dolayı tam göremediğimiz çılgın manzarayı ertesi sabah saat 06.00 da hareket saatinde görüyoruz. Yağmurun da etkisi ile bulutlar sanki nehre kadar inmiş, akan sarı bir su her ton yeşil ve beyaz yoğun bir sis. Hiçbir şey yapmadan oturup keyif ile seyredebilirsiniz.

Tepeden bakıldığında üç ülkenin oluşturduğu üçgen bariz şekilde görülebilmekte. Gece önünden geçtiğimiz buda heykelini bu sefer gündüz gözüyle görüyoruz. Yaklaşık 20-25 metre boyunda merdivenler ile yarısına kadar çıkılabilen ve sanki bir kalyona binmiş şekilde yapılmış olan heykelde biraz oyalandıktan sonra 1,5 saatlik çılgın yeşil bir coğrafya içindeki yolculuktan sonra sınır bölgesi Chiang Kong a varıyor ve Tayland a veda edip en iptidai sınır kapısından Laos a geçiyoruz. Kuzey Tayland gerçek gezginlerin kaçırmaması gereken bir yer….


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder