26 Mart 2013 Salı

Yazdan çalınmış, dolu dolu bir pazar günü...,2013


Hava o kadar güzel ki, sabah saat 10.00 da kendimizi sokağa atıyoruz. Amacımız bu keyifli havada hem yürüyerek spor yapmak ,hem de kendimize güzel bir kahvaltı ziyafeti çekmek. Beşiktaş'tan başlayarak,  yürüyerek Dolmabahçe sarayını geçiyoruz. Yol kenarında saymadım ama en azından 25 tane turist otobüsü var. Çoğunluğu Yunan, İspanyol ve Japon turistlerden oluşuyor. Gayet düzenli şekilde rehberleri ile Dolmabahçe sarayına girmek için kuyruğa giriyorlar. Kabataş'ı geçip İstanbul Modern'in önünden Tophane'ye geliyoruz. İstanbul halkı kendini sokağa atmaya başlamış, ortalıkta bayağı insan var. Günümüzde çok popüler olan Karaköy'de ki Soho vari küçük cafelere geliyoruz, ama yer bulmak ne mümkün. Sanki herkes buralarda sabahlamış da açılınca koşmuş yer kapmış gibi. Ne Oops'da ne Unter'de, ne de Karabatak'ta dışarıda, açık havada yer bulamıyoruz. Ama bu güneşli keyifli günde de kendimizi içeriye hapsetmek insafsızca geliyor. Yürümeye devam edip Karaköy kat otoparkının altındaki Namlı ya bakıyoruz. Orası daha da beter. Değil dışarıda oturmak, içeriden yiyecekleri seçmek için bile en az on beş dakika ayakta beklemeniz lazım.
Hemen iki yanında çok eskiden beri bildiğimiz Çerkezköy meze evi de dışarıya birkaç masa atmış, ona bakıyoruz. Yer yok tabi. Ama biz yılmıyoruz, şansımız da yaver gidiyor ve dükkan önündeki küçük bir boşluğa masa yerleştirmeye razı ediyoruz çalışanları. Çerkezköy meze evi gençliğimizin önemli adreslerinden biri. Kuruluşu 1956 ve o zamandan beri sürekliliğini devam ettirmekte... Hemen içeriden kahvaltılıklarımızı - değişik peynirler, domates, iki cins salam, hellim ve sucuk kızartma, otlu omlet, menemen ve bal kaymak - söylüyor, kahvaltı eşliğinde gazetelerimizi okuyoruz. Fiyatlar makul, sürekli çay içiyoruz, bir bardak çay 1,5 TL. Kişi başı 35 TL ye mükemmel kahvaltı ediyoruz. Tabi onca yürüyüş boşa gidiyor. Bundan dolayı hemen yeni program yapıp, yaklaşık 15 yıldır gitmediğimiz Topkapı sarayını gezmeye karar veriyoruz. 

Önce yürüyerek Galata köprüsünü geçiyoruz. Bu saatte bile insanlar sağlı sollu balık tutuyorlar. Sirkeci'yi geçip Sepetçiler Kasrı'nın önüne geliyoruz. Bu bina beni çok etkiliyor ama ne yazık ki artık genel amaçlı olarak kullanılmamakta. Şimdilerde Yeşilay'a tahsis edilmiş. Sepetçiler kasrının karşısından Gülhane parkına girip, parkın sonuna kadar yürüyoruz. Gülhane parkı çok güzel düzenlenmiş. Pırıl pırıl. Hayvan heykelleri, havuzu, park içindeki kent mobilyaları, ayrıca  İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji müzesi, Got sütunu parkı gezenlerin ilgi odağı olmakta.Park çok kalabalık. Osmanlı döneminde  burası Topkapı sarayının dış bahçesiymiş. Parktan çıkıp Soğukçeşme sokağına geliyoruz. Buradaki binaların hepsi restore edilip butik otel olarak işletilmekteymiş, ama şu anda tadilata alınmış. Uzun bir yürüyüşten sonra Topkapı sarayının girişine geliyoruz.


Çok kalabalık olmasına rağmen gişelerde 5 dakika içinde bilet alıyoruz. Müze kartınız varsa geçiyor, yoksa bilet bedeli 25 TL ve buna Harem dahil değil. Önce tadilattan sonra yeni açılan Harem'i gezeceğiz. Burası için bir 15 TL daha ödemeniz gerekli, Müze kartta geçmiyor.Harem Topkapı sarayının en büyük bölümünü kapsamakta. Ama doğrusunu söylemek gerekirse ben hayal kırıklığı yaşıyorum. Belki çok güzel çiniler var, bazı duvar boyamaları oldukça iyi korunmuş vaziyette, ama Harem çok boş ,soğuk, ve bazı bölümleri tadilata tabi tutulmamış. Bir sürü yere (yaklaşık yarısından fazlasına) girilemiyor. Sadece genel mekanlara girmeye izin var. Verdiğimiz paraya değmemesinden ziyade, sarayın bu kadar önemli bir bölümünün bu vaziyette olmasından dolayı üzüntü duydum. Harem'den çıkınca tekrar Topkapı'nın büyüleyici havasına giriyoruz. 

Bunda buram buram kokan mor ve pembe renkli sümbüllerin çok büyük payı var. Kutsal emanetler ve hazine dairelerinin girişinde ciddi kuyruklar var.  Kapı girişleri o kadar dar ki hem giren buradan giriyor hem çıkan buradan çıkıyor bu da dışarıda bekleyen kişi sayısını arttırıyor.Bence bu saraydaki gezme prosedürünün, giriş çıkışların ve bazı bölümlerde ki sergilenme sistemlerinin kesinlikle baştan ele alınmaları lazım. Bağdat köşkü, Revan köşkü,  Sünnet köşkü ve 3. Selim kütüphanesi nispeten daha rahat geziliyor. Bana göre en görülesi yer Divan-ı Hümayun. Hem giriş çıkışı daha rahat hem de iyi korunmuş. Ne yazık ki mutfak ve porselen bölümleri de kapalı ve tadilattaymış. Bir kahve içelim diye Konyalı'ya gittik ama orası da genişletildiği için tadilatta. Kahve için 15 dakika bekledik kimse bizimle ilgilenmedi kalktık gittik. Bu kadar kısıtlı olmasına rağmen yine de sarayda 2,5 saat vakit geçirip çıktık.




  
  


Amacımız Eminönü'nde Mısır çarşısına gitmekti ama artık takatımız kalmadığı ve yine acıktığımız için burayı es geçip Galata köprüsünün dibinde, Fermeneciler'de - Karaköy balık pazarı -Akın balığa gidiyoruz. Geniş, salaş ama mis gibi balık pişiren bir açık hava balık restoranı. Söyledik rakılarımızı, mezelerimizi - bu arada lakerda haricindeki diğer mezelerin hepsi oldukça iyiydi.  Ahtapot ızgara , yoğurtlu biber ve kalamar tava gerçekten süperdi. İstavrit, tekir tava ve sarıkanat ızgara söyledik, tüm yorgunluğumuzu aldı. Akın balık'ı gerek meze ve taze balıkları , gerekse servisi ile herkese öneririm.  Belki böyle salaş bir yer için fiyat çok da ucuz değil (kişi başı 65 TL) ama  ne de olsa bir şişe rakı ve bolca taze balık yedik. Bu güzel pazar gününü de burada noktalayıp moral depolamış olarak yeni haftaya başlamak üzere evimizin yolunu tuttuk.



   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder